Giriş: Sanat, Bellek ve Madde
Sanat, insanlık tarihi boyunca bellek ve anlamın aktarılmasında temel bir rol oynamıştır. Bellek, bireysel deneyimlerin yanı sıra toplumsal ve kültürel anlatıların da depolandığı ve yeniden üretildiği bir alan olarak sanatın temelini oluşturur. Sanat yapıtları geçmişi hatırlatmanın, anıları canlandırmanın ve kültürel mirasın korunmasının güçlü araçları kabul edilir. Fakat sanatın bellekle ilişkisi, sadece temsil ve hatırlatma eylemiyle sınırlı değildir. Daha doğrusu bu eylemler, daha derin bir eylemi saklar ve onun sayesinde mümkün olur. Sanat, aynı zamanda malzemeler aracılığıyla belleği somutlaştırır. Bu denemede ekolojik bir bakış açısından ortaya konan ontolojik ve sanatsal yaklaşımlardan yola çıkarak sanatın bellek ve özellikle malzeme belleğiyle ilişkisini incelemek istiyorum. İleri süreceğim belirli kavramlarla bu ilişkiyi açık kılmaya çalışacağım.
Ontolojik Çerçeve: Doğa Parçaları ve İlişkileri
Nasıl bir ontoloji sanatın bellekle ilişkisini daha ekolojik bir çerçevede kavramayı mümkün kılabilir? Böyle bir ontoloji, her şeyi “doğa parçaları” olarak adlandırmalı, doğa ile kültür arasında hiçbir tözsel ayrıma izin vermemeli ve farklı doğa parçaları arasındaki ayrımları icra etmeye muktedir oldukları doğa kuvvetleri bakımından temellendirmelidir. Örneğin fizyokimyasal doğa parçaları (veya bu yanlarıyla ele alınan doğa parçaları) kütleçekim kuvveti ve elektromanyetik kuvvetler açısından organik doğa parçalarıysa evrimsel kuvvetler nazarında ayrışmalıdır. Ayrıca bütün doğa parçaları, birbirleriyle sürekli etkileşim hâlindedir ve bu etkileşimler aracılığıyla yeni oluşumlar ortaya çıkar. Bu ontolojik çerçeve, sanat eserlerini de etkileşimler ve dönüşümler zincirinin bir parçası olarak görmemize imkân tanır. Sanat yapıtı sanatçı, malzeme ve seyirci arasındaki dinamik bir ilişkinin ürünü olan müstakil bir doğa parçasıdır. Malzeme, yalnızca edilgen bir araç değil aynı zamanda kendi belleği ve potansiyelleri olan etkin bir eyleyicidir.
Bir Doğa Kuvveti Olarak Sanat
Sanat da tıpkı kütle çekimi, nükleer ve evrimsel kuvvetler gibi bir doğa kuvveti olarak kabul edilmelidir. Bu kuvvet, çeşitli doğa parçaları (sanatçı, malzeme, sanat yapıtı ve seyirci) aracılığıyla icra edilen dönüştürücü bir kuvvettir. Sanat, düşüncenin özgül bir icrasıdır ve doğayı dönüştürme potansiyeline sahiptir. Bu bakış açısından sanatın yalnızca estetik bir etkinlik olmadığını, aynı zamanda gerçekliği yeniden şekillendirme potansiyeli taşıdığını gösterir.
Bu potansiyel diğer kuvvetlerde de vardır kuşkusuz. Evrimsel kuvvetler olmasaydı evrimsel dönüşümler de olmazdı. Fakat sanat, bilindiği kadarıyla dönüştürücülüğü en yüksek doğa kuvvetidir. Onun kavgası, mevcut hâliyle doğayladır ve her edimi bu örgütlenmiş doğanın mevcudiyetiyle bir kavga olarak vuku bulur.
Malzemenin Belleği: Maddenin Kendi Kendini Örgütleme Kudreti
Felsefe tarihinin anaakımı ve gündelik yaşama da hükmeden temel düşünce kipi olan idealizm, biçimin maddeye dışarıdan eklemlenen bir şey olduğunu ileri sürer. Oysa materyalist kutup, maddenin kendi kendini örgütleme kudretini vurgular ve biçimin maddenin bu kudretinin bir ifadesi olduğunu savunur. Bu yaklaşım, malzemenin kendi içinde bir bellek ve potansiyel taşıdığını ima eder. Her malzeme, belirli bir geçmişe, kendine özgü özelliklere ve potansiyellere sahiptir. Sanatçı, malzemeyle etkileşime girerek, onun gizli potansiyellerini açığa çıkarır ve malzemeye yeni bir anlam kazandırır. Bu süreçte malzemenin kendi belleği de sanat yapıtının bir parçası hâline gelir. Örneğin bir pentürdeki boyalar, boyar maddeler, çözücüler ve bağlayıcılar arasındaki özgül kimyasal etkileşimlerin ürünüdür ve resim denen mecra bu fizyokimyasal bellek sayesinde zuhur eder.
Temelde üç tip doğa parçası vardır: Fizyokimyasal, organik ve alloplastik doğa parçaları: Bunlar birbirleri üzerinde zuhur eden ama etkileşimleri doğrusal olmayıp kaotik olan tabakalardır. Örneğin organik tabakadaki canlılar, fizyokimyasal etkileşimlerin ürünüdür ama edimsel canlılarla cansızlar arasında çok yönlü etkileşimler bulunur. Her bir tabaka, farklı bir örgütlenme ve zuhur biçimine sahiptir. Bu ayrım, malzemelerin farklı bellek kapasitelerini ve potansiyellerini anlamamıza yardımcı olur. Örneğin fizyokimyasal doğa parçaları (taş, metal), kristalleşme süreçleriyle bellek oluştururken, organik doğa parçaları (tek hücrelilerden biz homo sapiense) yeniden üretim yoluyla belleklerini aktarır. Alloplastik doğa parçaları (fikirlerin ifadesi olan imler) ise bir im rejimi olarak dışsal örüntüleri formalize ederek bellek oluşturur. Sanat yapıtları, bu üç tabakadan da malzemeler kullanarak farklı bellek katmanlarını bir araya getirebilir. Sanatçı, malzemeyle etkileşime girerek onun kapasitelerini keşfeder ve ondan yeni biçimlerin zuhuruna aracılık eder. Bu süreçte malzemenin belleği ve potansiyeli de sanat yapıtının bir parçası hâline gelir. Örneğin, bir ahşap heykel, sadece ağacın fiziksel özelliklerini değil aynı zamanda onun büyüme sürecini, dokusunu ve geçmişini de taşır.
Sanat Eseri ve Belleğin Aktarımı
Sanat yapıtları, yalnızca malzemelerin belleğini değil aynı zamanda toplumsal ve kültürel bellekleri de taşır. Sanat yapıtları, bir toplumun değerlerini, inançlarını ve deneyimlerini belirli bir mesafeden ele alır. Onun dönüştürücü gücü bu alloplastik tabakadaki hiçbir fikri verili kabul etmemesinde yatar. Örneğin hakikaten “güzel” sanat yapıtları, çağının fikirlerini aynen yansıtanlar değil onlarla eleştirel bir mesafe tesis ederek yeni fikirler yaratanlardır. Aynı zamanda bizzat sanat yapıtı da bir bellek taşıyıcısı hâline gelir. Nesilden nesle aktarılarak, belirli bir eleştirel/yaratıcı mirasın alttan alta yaşamasına katkıda bulunur.
Sanat, malzemenin tekilliklerini ve ifade hasletlerini vurgular. Böyle bakıldığında sanat yapıtının yalnızca biçim ve içerikten oluşmadığını, aynı zamanda malzemelerin kendi kendini örgütleme kudretini de içerdiğini görmek mümkündür. Bu, sanat yapıtının farklı bellek katmanlarını ve potansiyellerini bir araya getiren dinamik bir oluşum olarak görülmesini sağlar.
Bir doğa parçasının edimsel hususiyetleriyle işlevlerine ifade, cisimsel bileşimine ise içerik diyelim. Sanat yapıtında hem ifade hem de içerik, bellek taşıyıcısı olarak işlev görür. İfade, sanat yapıtının nasıl göründüğü, duyulduğu veya deneyimlendiğiyle ilgiliyken içerik, onun altında malzeme katmanlarıyla, cisimsel bileşimiyle ilgilidir. Sanatçı, ifade ve içeriği bir araya getirerek bellek ve anlamın karmaşık bir ağını oluşturur.
Sanatın Dönüştürücü Gücü ve Belleğin Yeniden Yorumlanması
Sanat, sadece geçmişi hatırlamakla kalmaz, aynı zamanda onu yeniden yorumlama ve dönüştürme potansiyeline de sahiptir. Sanatçı, malzeme ve bellek arasındaki ilişkiyi kullanarak, var olan anlamları sorgulayabilir, yeni bakış açıları sunabilir ve geleceği hayal edebilir. Bu, sanatın sadece bir temsil aracı değil aynı zamanda bir dönüşüm eyleyeni olduğunu gösterir.
Özünde icat veya yaratıcılık (örneğin maddenin yeni bir örgütlenmesi), sanatın doğa kuvveti olarak en üst düzeyde icrasıdır. Bu icra, sanatçının diğer doğa parçalarındaki bastırılmış potansiyelleri açığa çıkarmasıyla vuku bulur. Sanat bu güce eriştiğinde var olan biçimleri edilgen olduğunu varsaydığı bir maddeye dayatmak yerine malzemelerin kapasitelerini keşfederek yeni ifade biçimlerini ortaya çıkarır. Sanat bu sayede var olan kalıpları yıkarak bellek ve anlamı yeniden şekillendirme potansiyeline sahiptir. Bu, sanatın sadece geçmişi değil geleceği de etkileme gücünün kaynağıdır.
Lâkin sanatçının bu bellekle iştigali hiç de kolayca gerçekleşmez. O sürekli malzemenin mukavemetiyle karşı karşıyadır. Bu bağlamda mukavemet, doğa parçalarının kendi gündemlerini takip etme ve varoluşlarını koruma kapasitesi olarak tanımlanır. Sanat yapıtı, malzemenin mukavemetini bir ifade biçimi hâline getirebilir ve bu yolla var olan normlara ve anlamlara direnebilir. Bu açıdan temsil mefhumu sanatı tanımlamakta ziyadesiyle yetersizdir. Sanat, bu mukavemeti görünüşe çıkararak veya aşarak durmaksızın verili veya mevcut olanı sorguya açar.
Sonuç: Sanat, Bellek ve Gelecek
Sanat, bellek ve malzeme arasındaki karmaşık ilişki, sanat yapıtlarının yalnızca estetik nesneler olmadığını aynı zamanda anlam, duygu ve eleştirel düşüncenin aktarılmasında güçlü varlıklar olduğunu gösterir. Burada ortaya konan ontolojik çerçeve, sanatın malzeme, bellek ve toplumsal ilişkilerle nasıl iç içe geçtiğini anlamamızı sağlayabilir. Sanat, geçmişi hatırlatmanın, bugünü anlamanın ve geleceği hayal etmenin yollarını sunar. Bu anlamda sanat, yalnızca geçmişe ait bir anı değil aynı zamanda geleceğe dönük bir umut ve potansiyeldir.
Bu denemede, burada sunulan fikirlerden yola çıkarak sanatın bellek ile olan ilişkisini irdelemeye çalıştım. Fakat bu ilişki, sürekli değişen ve gelişen dinamik bir yapıya sahiptir. Sanatın farklı biçimlerinin (resim, heykel, müzik, edebiyat, yerleştirme, video vb.) farklı bellek aktarım mekanizmalarına sahip olduğunu unutmamak ve bu nedenle sanat yapıtlarını genel bir bellek aktarımı meselesine dönüştürmemek gerekir. Her sanat yapıtı, malzeme düzeyinde doğa parçalarının açığa çıkardığı saklı kapasiteleri ve direndiği mevcut dünya açısından bellekle bu kaotik ilişkileri üzerinden münferiden ele alınmalıdır.
Bu yazı, yeni-e dergisinin 84. sayısında “Hafıza Çerçeveleri: 90’lardan Günümüze Türkiye’de Hafıza Politikaları” başlıklı dosya kapsamında yayımlanmıştır. Paylaşım, dergi ekibi ve yazarın onayıyla yapılmaktadır.
