YIKINTILAR ARASINDA SERGİSİ
O halde șunu asla söyleyemeyiz: Görecek hiçbir șey yok, görecek hiçbir șey kalmadı. Gördüklerimizden șüphe edebilmek için, hala görmeyi, her șeye rağmen görmeyi bilmemiz gerekir. Yıkıma rağmen, her șeyin silinmesine rağmen. Bir arkeolog gözüyle bakmayı bilmemiz gerekir. Ve iște böyle bir bakıș, böyle bir sorgulama sayesinde, șeyler saklı mekanlarından ve mazilerinden bize bakmaya bașlar.
Georges Didi Huberman
Yıkıntılar Arasında adını, Zabel Yesayan’ın aynı adı tașıyan kitabından alıyor. Sergi, yıkıntılar arasında geçen mekânsal, zamansal, dilsel deneyimlerin bireysel ve toplumsal hayatı nasıl șekillendirdiğini anlamaya çalışıyor. Yıkıma rağmen yıkımla kurulabilecek muhtemel ilișkinin imkânını ve potansiyellerini arıyor. Yıkıntıyı, her șeyin yok edildiği bir enkaz, moloz yığını olarak değil, izin silinmesine rağmen hâlâ mekâna tutunmaya devam eden ve varlığını sürdüren bir iz, tarihin bir kalıntısı olarak ele alıyor. Kalıntı ve yokluk arasındaki salı- nımda kendini görünür kılanı, çerçevenin dışından çerçeveye dahil olan bir ek, bir parıltı (illumination) veya bir tür hayalet olarak hayal ediyor ve onu resme çağırıyor. “Yıkıma Rağmen Yıkıma Bakmak Nasıl Mümkün Olabilir?” sorusunu birlikte düșünmeye davet ediyor.
YIKINTILAR ARASINDA SERGİSİ SANATÇILARI
YIKINTILAR ARASINDA
Bir mekânda yaşamak orada izler bırakmaktır. Mekânsal izler yaşamsal, yaşamsal izler de mekânsaldır. Mekâna tutunarak varlığını koruyan bu izler bir yandan hafızada derin izler bırakırken bir yandan da hatırlayanın imgesini taşır. Mekânın yıkımı ise sadece izlerin silinmesini değil, ona eşlik eden zamansal ve dilsel yıkımları da barındırır.
Sergi, yıkıntılar arasında geçen mekânsal, zamansal, dilsel deneyimlerin bireysel ve toplumsal hayatı nasıl şekillendirdiğini anlamaya çalışıyor. Yıkıma rağmen yıkımla kurulabilecek muhtemel ilişkinin imkânını ve potansiyellerini arıyor. Yıkıntıyı, her şeyin yok edildiği bir enkaz, moloz yığını olarak değil, izin silinmesine rağmen hâlâ mekâna tutunmaya devam eden ve varlığını sürdüren bir iz, tarihin bir kalıntısı olarak ele alıyor. Kalıntı ve yokluk arasındaki salınımda kendini görünür kılanı, çerçevenin dışından çerçeveye dahil olan bir ek, bir parıltı (illumination) veya bir tür hayalet olarak hayal ediyor ve onu resme çağırıyor.
“Yıkıma Rağmen Yıkıma Bakmak Nasıl Mümkün Olabilir?” sorusu serginin temel sorularından birini oluşturuyor. Bakışa dair genel bir soruşturma olarak da düşünülebilecek bu soru, geçmişle yani hafızayla kurulan sorunlu ilişkimizi sorgularken bir yandan da bunun geleceğe yani yüzleşme ve adalet arayışına muhtemel katkısını tartışıyor. Böyle bir arayışa “cevap” bulmaya çalışırken şimdide (present) kurulan ve kendini hakikat olarak dayatan her türlü temsil rejimiyle arasına mesafe koyarak, artık mevcudiyetini (presence) kaybetmesi sebebiyle bakışı pek de cezp etmeyenlere yöneliyor. Bu sayede, yıkıma bakmanın güçlüğü ve yaşanan felaketlerle yüzleşme arasında bir bağ kuruyor.
Sergi, mekânın ve zamanın katmanlarında önceki bağlamından koparılarak ayakta kalan imgeyi tekrar gün yüzüne çıkarabilmek için arkeolojik bir yöntem benimsiyor. Farklı yıkımların yaşandığı muhtelif alanlarda yürüttüğü kazı çalışmasıyla bu çok katmanlı yıkımın üzerini açarak bu katmanlar arasındaki ilişkiyi görünür ve duyulur kılıyor. Bu kazı alanlarındaki yıkımların ilksel (arkhe) nedeni ile süreklilik arz etmesi arasındaki sıkı bağı mekânsal ve tarihsel olarak ele alıyor. Mekânın ve zamanın katmaları arasında görünür olmayanı görünür, işitilir olmayanı işitilir kılıyor. İmgeyle (yıkım) kurulan ilişkide iki bakışı; yıkımın bakışı ile ona bakan kişinin bakışını birbirine açıyor. Yıkımın önünde, yıkıma rağmen yıkıma bakmanın belki de ancak onun bakışına yakalanmakla mümkün olduğunu düşünmeye davet ediyor.
Sergi, yıkıntılar arasında geçen uzun bir araştırma sürecinin ardından sanatçıların bu proje için ürettiği eserlerden oluşuyor. Farklı disiplinlerden sanatçılar eserlerinde, her gün önünden geçip gittiğimiz yıkıntılarla kurduğumuz ilişkiyi yıkıntılar arasında dolaşarak sorguluyor. Yıkıntılar arasında karşılaşılan buluntu imgelerden ve mekânda yer tutanlardan hareketle kayıp zamanın ve mekânın izini sürüyor. Geçmişle maddi bağı koparılanı, mülksüzleştirilerek zorla yerinden edileni, yıkıma rağmen mekânın, zamanın ve dilin yapısında arıyor. Aktarımı kesintiye uğratan yıkımı, parçalı bir anlatımla ifade ediyor. Bu sayede hafızanın derinliklerinde gömülü olan bulanık hatıralarla nasıl bir ilişki kurduğumuz sorusuyla bizleri karşı karşıya bırakıyor.
Yıkıntılar Arasında, adını Zabel Yesayan’ın aynı adı taşıyan kitabından alıyor. Proje, Giligya (Adana) Katliamına (1909) dayanan kitabın anlatısını, geride bıraktığımız yüzyılda süreklilik arz eden şiddet pratiğinin kurucu edimi olarak ele alıyor ve bu şiddet pratiğinin beraberinde getirdiği yıkıntılar arasında bir ilişki kuruyor. Geride bıraktığımız yüzyıla musallat olan bu kurucu edimin tarihsel tanıklığını (ve tanıklık etmenin mümkün olmayışını) Yesayan’ın bir tanıklık edebiyatına dönüştürebilmesinden ilham alıyor.