Servet Kaplan – Hafıza Ekonomileri: Bir Mülkiyet Problemi Olarak Hafıza

Servet Kaplan – Hafıza Ekonomileri: Bir Mülkiyet Problemi Olarak Hafıza

Geçmişin gerçek yüzü hızla kayıp gider. Geçmiş, ancak göze göründüğü o an, bir daha asla geri gelmemek üzere, bir an için parıldadığında, bir görüntü olarak yakalanabilir. (Benjamin, 2023: sf. 39)


Türkiye’de ’90’lı yıllarla başlayan ve 2000’li yıllarda hızla artan bir hafıza enflasyonundan söz etmek mümkün. Özellikle neoliberalizmin zaferini ilan ederek “tarihin sonu”na gelindiğini iddia ettiği bu yıllardan itibaren tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hafıza sahası giderek genişledi. Bu zafer ilanı ve tek kutuplu dünya karşısında egemen anlatıların görünmez kıldığı veya sessizleştirdiği kırılgan (precarious) özneler için hafıza, politik bir anlam buldu. Siyasal alanın giderek daralmasıyla birlikte artık neredeyse “son ütopya” olarak görülmeye başlanan insan hakları mücadelesi içerisinde hafıza önemli bir yer edindi ve “hafıza hakkı” birçok sivil toplum örgütünün referans noktalarından biri oldu[1] [2] [3] . Dünyanın farklı coğrafyalarındaki benzer deneyimlerde olduğu gibi Türkiye’de de hafıza, sömürgeci ve ulus devlet pratiklerinin, otoriter ve baskıcı rejimlerin sebep olduğu felaketler ve inkârla yüzleşmede, “adalet ve hakikat” arayışında başvurulan önemli bir unsura dönüştü. Politik ve hukuki mücadele sahnesinde, yaşanan felaketlerin görünür ve duyulur kılınmasında, toplumsal barışın tesis edilmesinde hafızaya önemli bir rol atfedildi. Öte yandan böylesi bir dönemde hafıza, sadece politik ya da hukuki mücadelenin konusu olmakla sınırlı kalmayarak akademik araştırmalardan sanatsal üretimlere kadar çok geniş bir alanda kullanılan bir enstrüman oldu. Hafızanın bu kamusal kullanımlarının ve hafızalaştırma çalışmalarının giderek artmasıyla birlikte ise ortaya bir hatırlama ve/veya hafıza kültürü çıktı.
 
Bu yazı, geçmişin şimdide tekrar alımlanarak dolaşıma sokulmasıyla ortaya çıkan böylesi bir hafıza kültürünün yol açtığı bazı açmazları (aporia) konu ediniyor. Hafızanın bu geniş kullanım alanına sahip olmasıyla birlikte kazandığı formun ve/veya çerçevenin (frame) nasıl ve hangi yollarla bu açmazlara sebep olduğu üzerinde duruyor. Hafıza ve/veya hafızalaştırma çalışmalarının, ki tüm bunların bir tür arşiv çalışması olduğunu söylemek de mümkün, geçmiş anı ve olayları şimdide kayıt altına alarak hafızayı kamusallaştırmasının yararları kadar sakıncaları da olduğu gerçeği yadsınamaz. Bunun temel sebebi ise “aslına uygun” bir hafıza anlatısından söz etmenin neredeyse imkânsız olmasına rağmen geçmiş anı ve olayların bugünün koşulları ve şartları altında, canlı bir şimdide kayıt altına alma işlemine tabi tutularak yeniden üretilmesinde yatar. Bu durum, hafızanın kamusal kullanıma açılması uğruna geçmişin travmatik anlatılarının araçsallaştırılması ve suistimale açık bırakılması tehlikesini taşır. Hafızanın eleştirel ve politik bağlamlarından koparılarak kolay tüketilebilir ve nostaljik birer metaya dönüştürülmesi tehlikesini beraberinde getirir. Enzo Traverso’nun “hafıza turizmi” (Traverso, 2019) ve Kerwin Lee Klein’in “hafıza endüstrisi” (Klein, 2020) olarak işaret ettiği bu tehlike ise geçmişte felaketlerin yaşandığı pek çok yerin ve anlatının hafızalaştırılma çalışmaları aracılığıyla tecrübe edildi. Bu durumun en çarpıcı örneği şüphesiz müzeye dönüştürülen Auschwitz toplama kampında görüldü. Auschwitz’in böylesi bir “kültür yeri” olarak “yeniden inşası” karşısında Georges Didi Huberman; “Auschwitz’in hatırlamak amacıyla kurgusal bir mekân olarak tesis edilmesi için kendi yerinde unutulması mı gerekirdi?” (Huberman, 2017: sf. 23) diye soracaktı. Türkiye’de özellikle ’90 sonrası artan ve 2000’li yıllarla birlikte bir “patlama” yaşayan hafıza “popüler bir fenomen” olarak çağdaş sanat, sinema, edebiyat, tiyatro gibi sanatsal ve kültürel ürünlerden müzeye, cazibe mekânına dönüştürülen “hafıza mekânlarına” kadar çok geniş alanlarda konu edildi. Geçmişle yüzleşme, adalet ve hakikat arayışı iddiasıyla ortaya çıkan tüm bu üretimlerin ise zaman zaman bu arayışa katkı sağlamanın ötesinde “Türklük sözleşmesinin” (Ünlü, 2018) ve/veya “inkâr habitusunun” (Suciyan, 2021) değirmenine su taşıdığını, faillerle suç ortaklığı yaptığını da söylemek gerekir.
 
Tam da böylesi bir hafıza kültürünün ortaya çıkışı itibarıyla hafızanın artan kamusal kullanımlarının yol açtığı açmazlara odaklanarak bunun temel sebepleri üzerine düşünüyor bu yazı. Bu açmazların kaynağını ve birikiminin ekonomisini ele alarak bunlar arasındaki sıkı bağı açığa çıkarmaya çalışıyor. Bu sayede de hafıza ve/veya hafızalaştırma çalışmalarının, bu ekonomiyle kurduğu kaçınılmaz ilişkiyi gösterebilmeyi amaçlıyor. Yazı, Enzo Traverso ya da Kerwin Lee Klein’den farklı olarak bu ilişkiyi, yer/mekân (oikos) ve yasayla (nomos) girilen sıkı bir ilişki olarak ele alıyor. Hafızalaştırma çalışmalarının (arşiv, müze ya da kurum) hafızanın muhafaza edilmesi, himaye altına alınması için onun yerini belirleme, tayin etme uğraşının, “evin”, “kurumun”, “arşivin”, “müzenin” yani oikos’un idaresi olarak, aşılamaz bir şekilde yasayla (nomos) içsel bir yakınlık taşıması, yasaya içkin oluşu üzerinde duruyor. Hafızanın bu “yere kaydetme” eylemiyle “yerin yasasının” (oikosnomos1) gücüne, şiddetine açık kalarak onun tarafından nasıl mirastan mahrum bırakıldığını tartışmayı amaçlıyor. Bu türden bir hafıza ekonomisini (oikosnomos); hafızalaştırma çalışmalarının en temelde hafızanın kamusallaştırılması (disappropriation2) adına onu kendine mal etmesi, mülk edinmesi (appropriation3) yoluyla mülkten mahrum bırakması ya da mülkten ıskat etmesi (disappropriation) olarak yani bir mülksüzleştirme pratiği olarak ele alıyor. Kendinden menkul bir olaymış gibi yaklaşılması mümkün olmayan hafızayı, geçmiş anı ve olayları şimdide bir kayıt işlemine tabi tutan ve onu çerçeveleyen çalışmaların hafızayla kurduğu ilişkinin, kaçınılmaz olarak bir temellük etme (appropriation) ilişkisi olduğunu göstermeye çalışıyor.
 
Günümüzde giderek bir tutkuya, takıntıya, ateşli bir hastalığa dönüştüğü dile getirilen bu hafıza ateşini/hummasını (memory fever) şimdide nasıl düşünmek gerekir? Üstelik bu tutkuyla/takıntıyla/hastalıkla (fever)4 ilişkili olarak ele alınan ve zaman zaman ona atfedilen “iyileşme” tam da bu tutkulu takıntının/hastalığın semptomlarını da taşımaz mı? Hatırlama arzusunun, tutkusunun giderek bir ıstıraba, huzursuzluğa sebep olduğu bu günlerde hafızanın bir tür pharmakon (hem ilaç hem de zehir) etkisi yarattığından söz etmek ise sanırım artık kaçınılmaz. Yazı, bu sorular etrafında hafıza kavramı, hafıza sahası, hafızalaştırma sorunsalı, hatırlama arzusu ve huzursuzluklarının ekonomisini ele alarak yerinin sabit kılınması, ele geçirilmesi, evcilleştirilmesi mümkün olmayan bir hafıza, adalet ve hakikat anlayışı üzerine düşünüyor.
 
Hafızanın Mülkiyeti
 
Hafızalaştırma çalışmalarının hafıza ekonomisiyle kurduğu ilişki en temelde bir temellük etme (appropriation) olarak şekillenir. Günümüzde belirli bir amaca yönelik gerçekleştirilen hafızalaştırma çalışmalarının birçoğu bu temellük etme ilişkisiyle bağını koparmakta güçlük çeker. Öyle ki hafızalaştırma çalışmaları için bu neredeyse temel bir ilke görevi görür. Kaynağını bu ilişkiden alarak bu ilişkinin kendisinden doğar. Hafızanın bizatihi kendisine bir temellük etme ilişkisi olarak yaklaşılır ki bu bir tür kendine mal etme, mülk edinme girişimidir. Bu yolla sahiplenilen, ele geçirilen, rehin alınan hafıza, yeniden bir bağlama, çerçeveye yerleştirilerek kamusallaştırılır (disappropriation).
 
Bu temellük etme girişimi en temelde hatırlama eyleminin gerçekleştiği zamansallık ve onun kayıt altına alınması süreciyle biçimlenir. Bir hatırlama eylemi olarak hafızalaştırma, zamansal olarak daima şimdiki zamanda (present) gerçekleşir. Şimdi, burada mevcut (presence)olmayan bir anının ya da olayın canlı tutulmasıdır. Hafızalaştırma tam da kelimenin kendisinin de belirttiği üzere canlı bir şimdide gerçekleşen bir canlandırma eylemidir. Kaçınılmaz olarak bir yeniden üretim faaliyeti, varlığa (presence) getirme işlemidir ki bu bir anlamda sahneye koyma (present) etkinliğidir de. Tarih sahnesinden izi silinmeye çalışılanın tekrar sahneye sunulması (re-present-ment) bu yolla gerçekleşir.
 
Geçmiş bir anıya veya olaya şimdide hayat verme işlemi sebebiyle “aslına uygun” bir hafıza anlatısından söz etmek ise neredeyse imkânsızdır. Geçmiş bir anı veya olayın bizzat kendisinin ele geçirilemezliği hatırlama eylemini, öznenin kendisi için de başarısız bir girişim kılar. Özne tarafından hatırlanan şeyin geçmişte yaşanmış olayın ta kendisi olduğunu söylemek güçtür. Geçmiş, bugünde ancak bir “kalıntı” olarak var olabilir. Bu nedenle de hakikatine tam anlamıyla ulaşmak zordur.
 
Geçmiş, daima bilinç ve bilinçdışı süreçlerle çarpıtılmaya müsaittir. Bastırmaya ve idealize edilmeye açıktır. Hatırlama eyleminin şimdide gerçekleşmesi sebebiyle toplumsal ve kültürel kodlar ve anlatılar onu şekillendirebilir. Özne, bugünün mevcut koşulları, algıları, duyguları ve etkisi altında hafızayı yeniden üretir ve yorumlar. Hafıza, öznenin kendisine bağlı olmaktan giderek çıkar, özneye dolayımlanır ve öznenin kendisine dışsallaşır. Hatırlama eyleminin bu “doğası” gereği artık hafıza, bizatihi öznenin kendisine mal edilmez, onun tarafından sahiplenilmez. Bir yeniden inşa olması sebebiyle de öznenin içinde ikamet etmesi mümkün değildir. Ayrıca hafızanın, kendinden menkul bir olay olmasından ziyade şimdide bir yeniden yazım ve/veya yeniden inşa (rekonstrüksiyon) olması, onun bugünün politik angajmanına bağlı olarak belirli bir bağlama, konsepte oturtularak çerçevelenmesine sebep olur. Hafızanın sınırları ve anlamı bu yolla yeniden belirlenir ve yapılandırılır. Bu da hafızayı manipülasyona ve suistimale açık bırakır. Onun hakikatini belirsizleştirir ve ortaya protez bir hafıza çıkarır. Böylelikle özne hafızadan ıskat edilir, düşürülür, yoksun bırakılır (disappropriation) ki bu da hafızanın mülk edinilmesinin (appropriation) önünü açar.
 
Enzo Traverso, Geçmişi Kullanma Kılavuzu: Tarih, Bellek, Politika (2019) kitabında hatırlama eyleminin daima şimdiki zamanda gerçekleştiğini belirterek bu durumun, hafızanın nasıl ve hangi biçimlerde işleneceği hususunda belirleyici olduğunu ifade eder. Traverso’ya göre bu genellikle olayların ayıklanarak; anının, dinlenmesi gereken tanıkların ve yorumların korunması şeklinde meydana gelen belirli bir hatırlama biçimini mümkün kılan bir yolla gerçekleşir (Traverso, 2019: sf. 16). Geçmiş tam da bu yolla şimdide yorumlanarak bir çerçeve (frame) etrafında yeniden üretilir. Ayrıca hafıza böylece, bir tür “hafızaya alma” yani kayıt altına alma sürecinin bir parçası kılınır. Hafızalaştırma çalışmaları tarafından gerçekleştirilen bu “hafızaya alma” aracılığıyla hafıza dışarıya bırakılır, dışsallaştırılır. Bir koruma, muhafaza etme eylemi olarak girişildiği söylenen bu eylem, -geçmişin kamusal (disappropriation) kullanıma açılması için himaye altına alınması- hafızanın mülk edinilmesinin (appropriation) bir parçası kılınır. Bu eylem en temelde onun yerini belirleme, ona bir yer tahsis etme (bir oikos olarak ev, kurum, müze ya da arşiv) işlemi olarak gerçekleşir. Geçmişin bir oikos’ta (“hafıza odasında”5, evde, kurumda, müzede, arşivde) korunarak saklanması için de geçmiş, belirli bir bağlama uygun bir şekilde yeniden çerçevelenir, düzenlenir, sınıflandırılır ve sınırlandırılır. Tam da bu sebeple daha en başında yani kayıtta, yasa (nomos) orada ve iş başındadır. Geçmiş tam da yasanın alanında, ona uygun bir şekilde himaye altına alınarak korunur ve kamusallaştırılır. Böylesi bir hafıza ekonomisi (oikonomos) bu nedenle yasayla içsel bir bağ kurar, yasaya içkindir. Bu da onu, yasanın şiddetine açık bırakır. Dolayısıyla hafızalaştırma çalışmaları, böylesi bir ekonomik (oikonomos) ilişkiden doğan güçlükleri çoğunlukla göz ardı eder ve geçmişin bu mirasını sahiplenir (gasp eder). Hafıza, hafızalaştırma çalışmaları tarafından kendine mal edildiği ölçüde kamuya mal edilir.
 
Hafızanın Çerçevelenmesi
 
İnkâr ve geçmişle yüzleşme arzusuyla başvurulan hafızanın, bu beklentiyi karşılayamadığı gibi huzursuzluklara yol açmasının temel sebebi giderek daha fazla mekânsal ve kurumsal bir mahiyet kazanmasında yatar. Hafızalaştırma çalışmaları (bir oikos olarak ev, kurum, müze ya da arşiv) bu yolla hafızayı korur ama bunları doğal olmayan bir biçimde, yani yasa (nomos) yaparak ya da insanları yasaya riayet ettirerek yapar. O artık yasanın gücüne sahiptir, evin (oikos) yasası olan bir yasanın gücüne; bir yer, ikametgâh (hane-mesken), aile, soy ya da kurum olarak evin yasasının gücüne (Derrida, 1996: sf. 12). Hafıza ekonomisi (oikos-nomos) tam da hafızanın (yasanın alanında, yasanın gerçekleştiği yerde) bir yer/mevki kazanarak yasayla kurduğu ilişkilerin tümünden ortaya çıkar. Bir kurum, arşiv, müze hâline geldikten sonra bu ekonominin tüm gücünü, iktidarını kendinde toplar.
 
Yasanın alanında, yasaya içkin, dolayısıyla da onun şiddetine açık bir şekilde tekrar ele alınarak mekânsal ve kurumsal bir anlam kazanan hafıza, kaçınılmaz olarak bir sınıflandırılmaya, sınırlandırılmaya, düzenlenmeye, yeniden anlamlandırılmaya, bir bağlama oturtarak çerçevelenmeye (frame) tabi tutulur. Hafıza, bir ikametgâhta korunmaya, emanete bırakılır fakat bu doğal olmayan bir şekilde, yasa yoluyla gerçekleşir. Hafıza, daha en başında, yere kaydetme işleminde, yasanın alanında, yasa yapmak suretiyle belirli bir sınıra, kurala, tasnife, tertibe, çerçeveye başvurularak muhafaza edilir. Bu durum ise geçmişin saklanması kadar bastırılmasına, neyin hatırlanacağı kadar neyin unutulacağının düzenlenmesine sebep olarak hatırlama ve unutma arasında bir mübadeleye yol açar. Bu mübadeleyi ise şöyle anlamak mümkündür: kendini kendine has olmayan içinde sunma ya da hatırlama (temellük eden bir sahiplikten ıskat/mülkten yoksun bırakma) ve kendine has olanda kendini unutma (sahiplikten ıskat eden/mülkten yoksun bırakan bir temellük etme)6 (Agamben, 2024: sf. 62-63).
 
Böylesi kurucu ve muhafaza edici bir “yer yasası”, hafızayı ancak koşullayarak mümkün kılar. Hafıza, taşındığı yerde, otoritenin alanında yeniden yorumlanır, düzenlenir, tertiplenir ve çerçevelenir. Yerin ve yasanın alanında çerçevelenerek kaydedilenin, hafızanın doğrudan kendisi olduğunu söylemek ise artık güçtür. O, kökensel olanın ikame edildiği bir kopya olarak var olur. Kayıt, yer, yasa ve hafıza ilişkisi etrafında çerçeve tam da bu sebeple hem bir iç hem de bir dış olarak hafızanın sınır çizgisidir. Çerçeve, hafızanın anlamını sürekli olarak yeniden üretme ve onu yeniden sunma (temsil etme) gücünü ele alır. Saf bir deneyimi olanaksız kılarak hafızayı sınırlar ve anlamını şekillendirir. Dönemin tarihsel, politik, ideolojik, estetik konsensusundan bağımsız düşünülemeyecek şekilde çerçeveye dâhil edilen, tabi kılınan hafızanın yeniden yorumlanarak nasıl algılanacağını belirler. Böylesi bir çerçeveye (frame) dâhil olanın ise bir tertibe kurban gitmesi (to be framed) kaçınılmazdır (Butler, 2015: sf. 15). Dolayısıyla “hakikati” sınırlanarak korunan hafıza, kayıt edildiği/emanet edildiği yerde (oikos olarak ev, kurum, müze, arşiv), sınırlarını düzenleyen, yapılandıran, belirleyen çerçeve ve tertip düzenekleriyle yeniden inşa edilerek tanımlanır ve sergilenir. Geçmişin hatırlanmasına yönelik bir arzunun bir ıstıraba, huzursuzluğa (fever) yol açmasının temel sebebi ise hatırlama eyleminin bu yolla gerçekleşmesinden kaynaklanır. 
 
 
Sonuç yerine, sondan itibaren

Sonuç olarak hafızanın artan kamusal kullanımlarının bir arzuya işaret ettiği kadar huzursuzluğa da yol açtığını söylemek gerekir: bir hafıza hummasına, hastalığına, takıntılı tutkusuna, ıstırabına, engeline, huzursuzluğuna ya da arzusuna (memory fever). Bunun da temel sebebi, hiç şüphesiz hafıza ve/veya hafızalaştırma çalışmalarının (ki biz buna arşiv çalışması demeye devam etmeliyiz), hafızaya yer tayin ederek, onu muhafaza ederek, “ev hapsinde” tutmasından kaynaklanır (Derrida, 1996: sf. 9). Geçmişin şimdide gerçekleşen bu kaydı (canlı şimdiyi silme işlemi), hafızanın özelden kurumsal olana geçişini sağlayarak ona kamusal bir anlam kazandırır. Bu hafıza hummasını (memory fever) tam da bu sebeple hafızalaştırma çalışmalarının, hafızanın bizatihi kendisi için bir ilaç olduğu kadar bir zehir oluşuyla ilişkili düşünmek mümkündür. Hafızanın dışsal bir yere emanet edilmesi, kaydı (yazı ya da bir oikos olarak kurum, müze, arşiv), onun hatırlanması kadar unutulmasına da yol açar. Dışsal bir yer/nesne üzerine kaydedilerek muhafaza edilen hafıza, bu yolla korunur ve aktarılır. Öte yandan hatırlamaya katkı sağlayan bu araçlar, hafızanın dışarıya bırakılması, kendisine dışsallaştırılması yoluyla gerçekleştiği için de unutmaya sebep olur. Zira kaydın/emanetin gerçekleştiği yerde, hafızanın anlamını sınırlandırarak ona sahip olma arzusu baskındır ve bu arzu hatırlama kadar unutmaya da yol açar. Hatırlamanın da unutmanın da mekânı olan bu yer, oikos’unve nomos’un yeri/mevkisidir. Jacques Derrida Platon’un Eczanesi metninde bu durumu hem bir ilaç hem de zehir anlamlarına gelen bir sözcük olan pharmakon’la ifade eder (Derrida, 1999).
 
***
 
Hafızalaştırma çalışmaları, hangi saiklerle ortaya çıkarsa çıksın etik, politik, estetik bir mesafelenmeyi sağlayamadığı takdirde araçsallaştırdıkları hafızayı, iktidarın denetimine bırakır. Dolayısıyla hafızanın kayıt altına alınması, kamusal kullanımları ve bunun koşullarının yaratılması iktidar ilişkilerinden ayrı düşünülemez. Bu yazıda pek çok kere işaret etmeye çalıştığımız gibi hafızanın korunabilmesi için sabit bir ikamete, yere (oikos) yasa (nomos) yapmak suretiyle kayıt edilmesi gerekir. Bu yolla muhafaza edilen, saklanan, başka yere taşınan hafıza ise böylelikle kamusal (disappropriation) bir anlam kazanır. Bu da hafızanın mülk edinilmesi (appropriation) suretiyle mülkten mahrum bırakılmasına, mülksüzleştirilmesine (disappropriation) sebep olur. Derrida Archive Fever metninde “hafızayı değilse de arşivi denetim altında tutmaksızın bir politik iktidar yoktur” (Derrida, 1996: sf. 11) derken esasen bu hususun altını çizer. Öte yandan ise Derrida, iktidarın arşivi ve hafızayı denetim altında tutma çabasına rağmen arşivin değilse de hafızanın “doğası” gereği sahiplenilmesi, ele geçirilmesi, “evcilleştirilmesi” ve çerçevelenmesi mümkün olmadığını da vurgular. Derrida’ya göre hafıza esasen tam da korunması, saklanması uğruna bastırıldığı yerde beklenmedik, öngörülemeyen, ani geri dönüşler yapabilme kudretine sahiptir. Bastırılanın geri dönüşü, her şeyden önce bir eve geri dönme (ona musallat olma) olduğu için oikos’un (ev, kurum, müze, arşiv) tüm yasasının (nomos) temelini sarsar. 
 
Derrida’nın Freud’un psikanaliz kuramından Marx’ın metinlerine, Shakespeare’ın Hamlet’ine kadar birçok izleği takip ederek geliştirdiği “musallat bilim” (hauntoloji) Wendy Brown’ın ifadesiyle söyleyecek olursak tam da “geçmiş ve geleceğin hayalet ve hortlakları tarafından mesken tutulmuş bir şimdi imgesi geliştirmek” (Brown, 2009: sf. 176) için yüzünü bu bastırılanlara döner. Derrida’nın bastırılanın geri dönüşü olarak bir hayalet “figürü” etrafında ele aldığı musallat bilim (hauntoloji), varlığa, mevcudiyete getirmeye yönelik her türlü ontolojiye karşı eleştirel bir yaklaşım benimser. Derrida’nın musallat olmak, dadanmak, bir yere geri dönmek, bir yeri sık sık ziyaret etmek gibi anlamlara gelen haunt ile ontoloji (varlıkbilim) arasında bir kelime oyunu yaparak literatüre kazandırdığı hauntoloji (musallat bilim), varlık ile yokluk, hatırlama ile unutma, iz ile izin silinmesi, “geçmiş-şimdi” ile “gelecek-şimdi” gibi hususlar arasında bir salınımı ve ayrım yapmanın mümkün olmayışını ifade eder. Zira o, anlamın sürekli olarak ertelenmesinin (différance) bir tezahürüdür. Şimdide ele geçirilemez olandır.
 
Derrida’ya göre geçmiş, şimdide maddi bir varlıktan ziyade bir iz (trace) olarak mevcudiyetini sürdürür. Geçmiş, şimdide tam olarak mevcut değildir, o aynı zamanda yokluk olarak da şimdide bulunur. İz, Derrida’ya göre hem geçmişin izleri hem de artık orada olmayan izin silinmesidir. Geçmişin izleri, şimdide bir varlığın ya da anlamın bıraktığı işaretlerdir, ancak aynı zamanda o varlığın orada olmadığına, izinin silindiğine de işaret eder. Geçmişin birer kalıntısı olarak iz, sabit bir anlamdan, maddi bir varlıktan ziyade mevcut olmayanın mevcudiyetidir. Artık orada olmayarak, izin silindiği bir iz olarak şimdiyi etkilemesi itibarıyla iz, şimdinin mantık ve ekonomilerini askıya alır. İz, tıpkı hayaletler gibi anlamın, varlığın ve zamanın sabit ve kesin olmadığı, sürekli ertelendiği (différance) ve yer değiştirdiği bir “yapıya” sahiptir.
 
Derrida tarafından musallat bilime, hayalet ve izlere, şimdinin nasıl ve ne şekilde algılandığı kadar geçmiş ve geleceğin şimdi üzerindeki etkisini ortaya çıkarmak için başvurulur. Marx’ın Hayaletleri kitabında hayalet “figürü” tam da şimdiyi ele geçirme çabasındaki “gizli ittifaklara” karşı öne sürülür. Zira hayaletler, ele geçirilmesine, yerinin belirlenmesine, kimliğinin saptanmasına yönelik her türlü arzuya karşı zapt edilmesi, evcilleştirilmesi mümkün olmayan “doğası” itibarıyla şimdinin ayarını bozar (Derrida, 2019: sf. 198). Geçmiş, şimdi ve geleceğin iç içe geçtiği bir zamansallığa işaret eden; yerinin belirlenmesinin, sabit kılınmasının mümkün olmadığı hayaletler, zamansız ve mekânsızdır. Bu nedenle, bastırıldıkları, yerinden edildikleri yere, beklenmedik ani geri dönüşler yaparak zamana ve mekâna musallat olurlar. Böylelikle şimdiye indirgenmiş her türlü zaman-mekân ilişkisini alt üst ederek zamanın, mekânın, dolayısıyla da yasanın akışını sekteye uğratırlar. Hayaletler tam da bu sebeple bir zamana, mekâna dolayısıyla da yasaya içkin kılınması mümkün olmayanın ve/veya hafızanın temellük edilemez “doğasının” en iyi tezahürüdür.
 
 
***
 
Tüm bunların yanı sıra hafızanın temellük edilemez “doğasının”, geçmiş bir anı veya olayın hatırlanması ya da unutulmasından ziyade onun tam anlamıyla aktarılabilir bir deneyime, hatıraya dönüşmesinin mümkün olmadığı durumlarla ilişkili olduğunu da söylemek gerekir. Bastırılan travmatik bir geçmişin beklenmedik bir şekilde rüya, dil sürçmesi, afazi gibi durumlar aracılığıyla açığa çıkması (tıpkı hayaletlerin beklenmedik bir şekilde ortaya çıkışına benzer) hafızanın temellük edilemez gayri maddi doğasına ait en iyi örnekleri oluşturur.
 
 
***
 
Kendine mal etme (appropriation) ve kendisine ait olmaktan çıkarma/kamusallaştırma (disappropriation) pratikleriyle doğrudan ilişkili olan hafıza çerçeveleri ise ontolojik ve epistemolojik bir alanda hafızayı düşünmememize sebep olur. Daha önce de belirttiğimiz gibi bir arşiv, kurum, müze olarak hafızalaştırma çalışmaları, hafızayı temellük edebilmek için onu sınıflandırmaya, sınırlandırmaya, düzenlemeye, yeniden anlamlandırmaya, bir bağlama oturtarak çerçevelemeye (frame) ihtiyaç duyar. Dolayısıyla hafızanın “hakikatini” artık bu çerçeve belirler. Çerçevenin sınırları, hafızanın da sınırları olur. Hatırlama eylemini çerçeveleyen bir hafızalaştırma çalışmasının (kurum, müze, arşiv) kurulmasıyla hafıza, iktidarın korunmasına, himayesine, denetimine girer. Üstelik bu, çerçeveye tabi kılınanlar, dâhil edilenler kadar dışarıda bırakılanlarla da sağlanır. 
 
Hafızayı kendisine dışsallaştıran böylesi bir normatif çerçevelemeye rağmen ise hafızanın ele, avuca sığmaz “doğasının” çerçevenin sınırlarını aşındırma, onun yapısını bozma kudretine sahip olduğunun altını bir kez daha çizmek gerekir. Çerçevenin dışından çerçeveye dâhil olan bir ek/ilave (supplement)7 olarak böylesi bir hafıza, çerçevenin yapısını, çerçevenin ürettiği anlam ve varlığı yerinden eder. Üstelik bu ek/ilave, tıpkı Roland Barthes’ın punctum8kavramıyla işaret ettiği gibi “orada” olan bir iz, kalıntıdan başkası da değildir. Şimdiye ve çerçeveye musallat olmaya devam ederek anlam ve varlığı, şimdi ve çerçeveyi kesintiye uğratan hafıza böylelikle ele geçirilemez bir hakikat düşüncesine ve/veya yasaya indirgenemez bir adalet arayışına asıl o zaman katkı sağlar.
 
 
 
Sonnot:

1. Ekonomi, etimolojik olarak oikos (ev) ve nomos (yasa) sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşur. Antik Yunancada “ev yasası”, “ev idaresi”, “ev düzeni” anlamına gelen bu sözcük, o dönem için siyasal olanın dışındaki (polis’in dışında) alanın (ev, özel alan) ilişkilerinin düzenlenmesi anlamında kullanılırdı. Fakat zaman içerisinde giderek kamusal-siyasal bir anlam kazanmaya başlayan bu sözcük, özellikle modernlikle birlikte günümüzdeki anlamda mülkiyet ilişkileri, piyasa, finans, ticaret sistemleri gibi karmaşık yapıları ve onun düzenlenmesini, idare edilmesini, yönetilmesini ifade etmek için kullanılmaya başlandı. 
2. Disappropriation: Bir mülkü kamulaştırmak, mülkten yoksun bırakmak, mülkiyetten ıskat etmek, malını zaptetmek, mülkiyetten mahrum etmek, mülkünü istimlak etmek gibi anlamlara gelen sözcük.
3. Appropriation: Temellük etme, kendine mal etme, sahiplenme, mülk edinme, el koyma, bir eşyayı, gayrimenkulü, arsayı ya da tarlayı üzerine alma, ihraz etme, iç etme, ayırma gibi anlamlara gelen sözcük.
4. Fever sözcüğü Jacques Derrida’nın Archive Fever: A Freudian Impression kitabından alınan esinle kullanılmıştır. Kitabın pek çok yerinde bu sözcük Derrida tarafından humma, ateşli hastalık, ateşlenmek, rahatsızlık, takıntı, ıstırap, engel, huzursuzluk, (takıntılı) tutku ve arzu vs. gibi ikircikli ve/veya çoklu anlamlara gelecek şekilde kullanılır. Derrida bu metinde arşivle olan ilişkimizin hem bir arzu hem bir takıntı, rahatsızlık, huzursuzluk kaynağı olduğunu ifade etmek için bu kelimeyi kullanır. Bir yanda geçmişi muhafaza etmeye yönelik bir tutkuya işaret ederken öte yandan ise onu muhafaza etmek asla mümkün olamayacağından (üstelik bir yıkım potansiyeli de taşıdığından) yarattığı huzursuzluğu ifade eder.
5. “Hafıza Odası”, sanatçı Ahmet Güneştekin’in sergisine verdiği ad. Bu sergi, hatırlanacağı üzere 2021 yılında (16 Ekim-16 Aralık 2021) Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki Keçi Burcunda açılmasının ardından “hafıza” kavramına dair, bu yazıda da söz etmeye çalıştığımız türden önemli açmazları gündeme getirmişti. Birçok tartışmaya konu olan sergi, yerel halkın da tepkisine sebep olmuştu. “Hafıza Odası” sergisi hakkında kaleme aldığım başka bir yazı için Bkz: http://imdatfreni.org/estetigin-huzursuzlugu-sanat-hafiza-ve-temsil-servet-kaplan/ son erişim tarihi, 20 Ocak 2025.
6. Vurgu bana ait.
7. Ek, ilave veya tamamlayıcı gibi anlamlara gelen supplement, hem bir eksikliğe hem de bir fazlalığa işaret eder ve Jacques Derrida’nın dekonstrüksiyon düşüncesinde önemli “kavramlarından” biri olarak öne çıkar.  
8. Latincede iz, delik, kesik, yara gibi anlamlara gelen punctum, Roland Barthes’ın Camera Lucida kitabında fotoğraftan yükselen, fotoğrafı delen bir imge, açtığı yarayı sürekli kılan bir kalıntı ya da iz olarak kavramsallaştırılır. Barthes’a göre punctum, fotoğrafın izleyicisini yaraladığı o kaza anıdır. Fotoğrafta “belli-belirsiz olan” bir detayın izleyici tarafından duyumsanmasıdır. Fotoğrafa yapılan bir eklemedir, “zaten orada olan” bir şeyin izleyici tarafından eklenmesidir. Fotoğrafın ruhu ve/veya çerçevenin dışından (tam da çerçeveye dâhil edilemediği için) fotoğrafa musallat olan ruhtur. Bkz: Roland Barthes (2016), Camera Lucida: Fotoğraf Üzerine Düşünceler, çev. Reha Akçakaya, İstanbul: Altıkırkbeş Yayın.
 
 
Kaynakça:
 
Agamben, Giorgio (2024), “Temellük Etme”, Yaratım ve Anarşi: Sanat Eseri ve Kapitalizm Dini içinde, çev. Ali Karatay, İstanbul: Ketebe Yayınları.
Benjamin, Walter (2023), “Tarih Kavramı Üzerine”, Pasajlar içinde, çev. Ahmet Cemal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Brown, Wendy (2009), Tarihten Çıkan Siyaset, çev. Emine Ayhan, İstanbul: Metis Yayınları.
Butler, Judith (2015), Savaş Tertipleri: Hangi Hayatların Yası Tutulur? çev. Şeyda Öztürk, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Derrida, Jacques (1996),. Archive Fever: A Freudian Impression, trans. Eric Prenowitz, Chicago & London: The University of Chicago Press.
Derrida, Jacques (2019), Marx’ın Hayaletleri: Borç Durumu, Yas Çalışması ve Yeni Enternasyonal, çev. Alp Tümertekin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Derrida, Jacques (1987), The Truth of Painting, trans. Geoff Bennington and Ian McLeod, Chicago & London: The University of Chicago Press.
Derrida, Jacques (1999), “Platon’un Eczanesi” Toplumbilim sayı 10: Jacques Derrida Özel Sayısı içinde, çev. Zeynep Direk, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Huberman, Georges Didi (201), Kabuklar, çev. Elif Karakaya, İstanbul: Lemis Yayınları.
Karaca, Banu (2021), The National Frame: Art and State Violence in Turkey and Germany, New York: Fordham University Press.
Klein, Kerwin Lee (2020), “Tarihsel Söylemde Belleğin Ortaya Çıkışı Üzerine” çev. Ali Değirmenci, Ayrıntı Dergi Sayı 33: Tarih, Toplum, Bellek içinde İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Ricoeur, Paul (2017), Tarih, Hafıza ve Unutuş, çev. Mehmet Emin Özcan, İstanbul: Metis Yayınları.
Sarlo, Beatriz (2012), Geçmiş Zaman: Bellek Kültürü ve Özneye Dönüş Üzerine Bir Tartışma, çev. Peral Bayaz Charum, Deniz Ekinci, İstanbul: Metis Yayıncılık.
Suciyan, Talin (2021), Modern Türkiye’de Ermeniler: Soykırım Sonrası Toplum, Siyaset ve Tarih, çev. Ayşe Günaysu, İstanbul: Aras Yayıncılık.
Traverso, Enzo (2019), Geçmişi Kullanma Kılavuzu: Tarih, Bellek, Politika, çev. Işık Ergüden, İstanbul: İletişim Yayınları.
Ünlü, Barış (2018), Türklük Sözleşmesi: Oluşumu, İşleyişi ve Krizi, Ankara: Dipnot Yayınları.
 

Christian Boltanski, Rêserve de Suisses mort, 1991